İsrail‘in Gazze‘de gerçekleştirdiği saldırıların 250. gününe yaklaşılırken, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde “Zeytine ve İncire Adanan Hayatlar” başlıklı panel, gerçekleştirildi.
Dijital yayın platformu Mücerret tarafından düzenlenen panelde, Filistin’de yaşanan dramın üç sembolik ismi İzzeddin Kassam’ı Peren Birsaygılı Mut, Naci el-Ali’yi Bülent Tokgöz, Rachel Corrie’yi ise Esra Elönü ele alırken, bölgenin yüzyılı aşkındır yaşadığı yalnızlık da gözler önüne serildi.
Mücerret’in kurucusu ve yayın koordinatörü İsmail Halis, “Tarih arkamızda, yarın önümüzde, gerçek karşımızda, biz buradayız.” mottosuyla 2017’den bugüne, tanık olduklarını kayda geçirmeye gayret ettiklerini dile getirdi.
Mücerret’in yüzde 100, sivil düşünce ve kültür platformu olduğunu kaydeden Halis, 900’ün üzerinde yazı, çeviri, röportaj yayınladıklarını aktararak, “Kutsal inadı olanlar gerekli/Bir kalbi daha olanlar gerekli, diyen Nuri Pakdil’i hatırlayarak, kutsal bir inatla platform olarak çalışmaya devam ediyoruz. İyi niyetliyiz. Dijital olanı önceleyerek, gördüklerimizi kayda almaya çalışıyoruz. Bugünkü panelimiz de Zeytine ve İncire Adanan Hayatlar üst başlığını taşıyor ve kıymetli konuklarımız bize ‘üç istisnai ismi’ anlatacak, tıpkı yıllardır söylenildiği gibi. Üç esaslı sözü olan isme misafir olacağız.” ifadelerini kullandı.
Halis, Filistin halkının sadece topraklarına değil, inancına, kültürüne, sözüne ve Filistin kimliğine dair bütün unsurları ortadan kaldırmak isteyen soykırımın 7 Ekim’de değil, bir asır önce başladığını dile getirdi.
Yazar Peren Birsaygılı Mut, Filistin halkının yaşadığı işgale karşı gösterdiği direncin, binlerce haysiyet hikayesini içinde barındırdığını söyledi.
“Kassam, Osmanlı’ya gönülden bağlıydı”
İzzeddin el Kassam’ın Filistin’deki haysiyet hikayelerin en önemlilerinden birisi olduğunu vurgulayan Mut, “1930’lı yılların başında Filistin’in Hayfa şehrinde olsaydık eğer, sokağa çıktığımız zaman şu sözleri duyacaktık: ‘Derdini Şehit Kassam’a anlattın mı?’, ‘Şeyh Kassam bugün yine soframıza misafir oldu.’, ‘Şeyh Kassam, yetim çocukların başını okşamadan sokaktan geçmez.’, ‘Şeyh Kassam’ın bugün minberdeki vaazı nasıl da muhteşemdi.’ İşte böyle birisiydi Kassam. İngiliz mandası ve artan Siyonist göçü altındaki Filistin tarihinin en kritik zamanlarında, her şeyin başlangıç noktasında, Hayfa’nın sokaklarında, köylerinde, en yoksul sofralarında, herkesin dilinde, hep aynı isim, yani Şeyh Muhammed İzzeddin el Kassam vardı.” dedi.
Mut, Kassam’ın, sömürgeci devletlerin Müslüman beldeler üzerindeki niyetlerini açık ettikleri bir zamanda, bir Osmanlı vatandaşı olarak Suriye’nin Cebele kasabasında dünyaya geldiğini söyleyerek, şu bilgileri verdi:
“Kassam, Osmanlı’ya gönülden bağlıydı. Osmanlı demek, Müslümanların izzetini temsil eden bir çatı, bir yuva demekti onun için. Kadiri şeyhi bir babanın evladıydı. Çok küçük yaşlardan itibaren güçlü bir dini eğitim almıştı. 14 yaşında dönemin en önemli ilim merkezlerinden Ezher’e giderek, burada 8 sene kalması, sadece İslami ilimler konusundaki bilgisini muazzam bir dereceye yükseltmemiş, aynı zamanda sömürgeciliğin yarattığı tahribatı daha iyi görmesini sağlamıştı.”
Kassam’ın 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda garnizon imamı olduğunu ve Çanakkale, Kut-ül Amare, Medine Müdafası’nda yer aldığını sözlerine ekleyen Mut, “Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor/Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!’ diyordu Akif. İzzeddin, yaralanmış temiz alnından, uzanıp yatan onlarca şehidin cenaze namazını kıldıracaktı. Akif’le Fahreddin Paşa’yla Halil Paşa’yla kabri Üsküdar Özbekler Tekkesi’nde olan Afrika kıtasının güzel evladı Zenci Musa’yla Sütçü İmam’la ve bugün kimimin isimlerini dahi bilmediğimiz Anadolu’nun bütün o yiğit evlatlarıyla şehit Mehmetçikleriyle aynı haysiyet davasının evladıydı.” değerlendirmesinde bulundu.
Peren Birsaygılı Mut, Kassam’ın daha sonra Suriye’ye dönerek Fransızlara karşı camilerden direnişi başlattığına işaret ederek, şöyle devam etti:
“Minber, sömürgeciliğe karşı direnişin ilk isyan bayrağı çekilen yer haline gelmişti. Bugün Suriye’de milyonlarca insanı evinden çıkaran Esad’ın ataları, idam fermanı vererek onu evinden çıkardı. 1930’da Filistin’e geldi ve 1936’da Filistin mücadelesinin silahlı direnişten başka şekilde sürdürülemeyeceğini dile getirdi. İzzeddin el-Kassam, 1937’de şehit oldu ve şu anda da onun adıyla anılan bir direniş Filistin ve Gazze‘de hala devam ediyor.”
“Naci el-Ali’nin karikatürlerine bakan, Filistin tarihinin önemli meselelerini kavrar”
Bülent Tokgöz de ciddiyeti, vakarı ve hüznüyle bilinen Naci el-Ali’nin, Filistin’de, Cidde ile Nasıra arasındaki Şecere köyünde dünyaya geldiğini aktardı.
Ali’nin Hz. İsa’nın hemşerisi olduğunu kaydeden Tokgöz, “Hz. İsa’nın hemşerisi olmak, el-Ali’nin çizgilerine yön vermiştir. Onun çizgilerinde Hz. İsa’ya selam vermesi, aslında Beni İsrail‘den olmasına rağmen, Hz. İsa’yı Araplardan, Müslümanlardan gördüğünün ve Hristiyanların ve Siyonistlerin elinden kurtarmak istediğinin bir işaretidir. Naci el-Ali’nin sürgün edildikten sonra gittiği ilkokul da misyoner Hristiyanlara aitti. Bu anlamda el-Ali, çizgileriyle Batı dünyasını da seslenmektedir diyebiliriz.” ifadelerine yer verdi.
Tokgöz, 1936’da doğan Ali’nin, 1948’deki ‘Büyük Felaket’te 12 yaşında olduğunu yani kendi kahramanı Hanzala’yla akran olduğunu söyleyerek, “Ali’nin yaşadığı bütün travmaları Hanzala’da görmek mümkündür. Denebilir ki Hanzala aslında, bütün acıları ve tanıklıklarıyla Naci el-Ali’nin ta kendisidir.” şeklinde konuştu.
Naci el-Ali’nin bir süre “şirin göze” anlamına gelen Aynu’l-Hilva Mülteci Kampı’nda kaldığının altını çizen Tokgöz, şöyle devam etti:
“Naci el-Ali, bütün bu yaşadıklarıyla, George Habaş tarafından kurulan ve Arap milliyetçisi-sosyalist bir örgüt olan, daha sonra da ‘Filistin Halk Kurtuluş Örgütü’ adını alacak örgüte katıldı. 1960-1970’li yıllardaki Filistin direnişinin sol-Marksist bir karakterde oluşu da bu anlamda dünya sisteminin bir isteğidir. Bunun nedeni ise iki kutuplu bir dünya düzeni içinde, İsrail‘in Filistin direnişiyle ilgili oluşturmak istediği manipülatif imajla ilgilidir. Böylece İsrail, Filistin direnişini, bir anti-Amerikancı cepheye dönüştürmek istemişti. Evet, Ali bir solcudur ama bu, bizim ülkemizdeki soldan çok farklı bir anlamda ve gerçekliktedir.”
Bülent Tokgöz, Ali’nin 1962’de çizmeyle başladığını, Hanzalı’yı ise 1969’da şekillendirdiğini sözlerine ekleyerek, “Naci’nin toplam 40 bin çizimi var. Bunlardan 20 bini Hanzala’dan önce, 20 bini ise sonra. Ali, Hanzala’ya kadar imza kullanıyor karikatürlerinde ama Hanzala’dan sonra kullanmıyor çünkü Hanzala bir imza haline geliyor onun için. Ali, Hanzala’nın annesinin ‘Nekbe’, yani 14 Mayıs 1948’de İsrail‘in kuruluş ilanıyla başlayan ‘Büyük Felaket’ olduğunu söylüyor. Hanzala’nın ayakkabı numarasını bilmediğimizi çünkü hep yalınayak dolaştığını belirtiyor. Bu, aslında Filistin’deki çocukların normal halidir. Zira İsrail, Ali’nin memleketi Şecere başta olmak üzere Filistin’in birçok bölgesini yok etmiştir ve şu anda da buna devam etmektedir. Bu anlamda Naci el-Ali, Hanzala çizimiyle Filistin tarihinin en görkemli dökümünü yapmıştır. Naci el-Ali’nin karikatürlerine bakan birisi, bütün Filistin tarihinin en önemli meselelerini kavrayacaktır.” dedi.
“İsrail için bir zulmün ses getirecek prömiyeri”
Yazar Esra Elönü ise Filistin ve Gazze direnişin sembol isimlerinden Rachel Corrie’nin henüz 23 yaşındayken, 16 Mart 2003’te, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta, İsrail‘e ait bir buldozer tarafından öldürüldüğünü söyledi.
Corrie’nin öldürülmesini, “İsrail için bir zulmün ses getirecek prömiyeri” olarak niteleyen Elönü, şöyle devam etti:
“1979 doğumlu Rachel Alien Corrie, son sınıfta, okulunun tayiniyle Refah-Olympia kardeş şehir projesi kapsamında Gazze’ye gittiğinde İkinci İntifada sürmekteydi. Slogan atmıyordu, çok sık tekrar edilecek bir cümleyi kurmuş, öldükten sonra da okunacak cümlesiyle hicret halindeydi. Gazze’deyken İsrail ordusu tarafından Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına, şiddet dışı eylemlerle engel olmaya çalışan ISM aktivistleriyle tanıştı. Geleli daha iki ay bile olmamıştı ki 16 Mart 2003’te iki İsrail buldozerine karşı 8 ISM aktivistinin 3 saatlik direnişi sonrasında öldürüldü.”
Elönü, Corrie’nin ölümünden sonra, Uluslararası Dayanışma Hareketi’nde görev yapan arkadaşları ABD’li Brian Avery ile İngiliz Thomas Hurndall’ın da İsrail askerleri tarafından başlarından vurularak öldürüldüğünü sözlerine ekledi.
Corrie’nin ölümünü, İsrail’in araştırma konusu bile yapmadığının altını çizen Elönü, sözlerini şöyle tamamladı:
“ABD’de bir kongre üyesi, ölümün tam, adil ve hızlı bir şekilde araştırılması için Washington’a çağrıda bulundu ama bu göz ardı edildi. Rachel, Filistin’deyken annesine yazdığı mektuplarda şöyle diyordu: ‘Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hale gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi.’ Kıyamet kopmuyor Rachel. Çölün ortasında, ‘Yürü oğlum! Allah’ın arzı geniştir diyen anneler var Rachel ama kıyamet kopmadı. Gazze bir yetimhane ama kıyamet kopmadı. Dünyanın köpek dişi Netanyahu sallanıyor. Kudüs yüzlü çocuklar çekecek, inanıyoruz.”